23 Mayıs 2020 Cumartesi

NORMALLEŞME PSİKOLOJİSİ

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de görülmeye başlanan Covid-19 nam-ı diğer Koronavirüs artık adının anıldığı yerde hüznü çağrıştırmakta; erken vedalar, acı kayıplar ve yarım kalan hikayeler bir kez daha gün yüzüne çıkmaktadır. Bununla birlikte dünya üzerinde neredeyse yarım yılı deviren bir süreci geride bırakan ülkeler, bozulan ekonomilerine can suyu katabilmek için normalleşme adımları atmaya başlamaktadır. Bu ülkelerin başında ekonomisinin %13’ ü turizmden oluşan ve uzun süreli sokağa çıkma yasağının ardından yeni düzene alışmaya çalışan İtalya gelmektedir. Bunun yanı sıra virüsün oldukça büyük bir etki bıraktığı diğer Avrupa ülkeleri hem insanlığın ihtiyaç duyduğu tedavi çalışmalarına hem de yarım kalan üretim faaliyetlerine devam etmektedir.
                Ülkemiz ise dünyaya oranla özellikle sıkı bir şekilde yürütülen filyasyon yöntemi ve sağlık sistemindeki gelişmeler ile birlikte süreci kontrol altına almaya yönelik çalışmalar yapmaktadır. Atılan onca adım yüzleri güldürse de henüz her şey bitmiş değil. Virüs kendiliğinden kaybolabilecek bir durumda olmadığından tedbirler devam etmek zorundadır. Maalesef kesin sonuç veren tedavi yöntemi geliştirilene kadar dikkat etmemiz gereken hususlarda herhangi bir gevşeme olmamalıdır. Nitekim bu hususta hemen her gün resmi açıklamalar yapılmaktadır. Ancak tek taraflı hassasiyet yeterli değildir. Hep birlikte sürece destek olmak, uyarılar neticesinde sosyal mesafeye uygun davranmak ve mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmamak, acil ve temel ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra temastan kaçınmak adına evlerimize dönmek yapılabilecek en basit çözüm yollarıdır.
                Ülkemizde Mart ayı itibariyle görülmeye başlanan virüsün hemen ardından yapılan çalışmalar, kurallara uygun davranan kişi sayısının az olması ve virüsün yayılımının artması sebebiyle sıkı tedbirlere dönmüş ve özellikle sosyal medya kanalıyla yapılan uyarılar sayesinde kişileri bilinçlendirmeye yönelik adımlar atılmıştır. Havaların ısınması ve evde kalınan sürenin uzaması sonrasında ise normalleşme süreci başlamış ve bunun ilk adımlarından biri olan AVM’ lerin açılması gündeme gelmiştir. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi giderken açıldığı gün bir milyondan fazla kişinin AVM’ ler önünde kuyruk oluşturması normalleşme adımlarının yaralarımızı sarmaya çalıştığımızın ötesinde hiçbir şey olmamış gibi davranmaya evrildiği görülmüştür. Uzun kuyrukları görünce geri dönmek yerine zincirin bir halkası olmayı seçenler için kıyafet alışverişinin sağlığın önüne geçme derecesinde önemli olması, durumu televizyondan takip eden herkes için şaşkınlık oluşturmuştur.
                Güney Kore’ nin 31. Vakasını duyanınız var mı? Oldukça sağlıklı ilerleyen süreçte 30 kişilik hasta sayısıyla virüsü kontrol altında tutan Güney Kore’ de 31. Vaka olarak bilinen bir kadın belirti göstermesine rağmen test yaptırmayı reddeder ve hayatına normal akışında devam eder. Arkadaşları ile vakit geçirir, toplu etkinliklere katılır ve şehirde günlük gezilerine devam eder. Ta ki semptomları artana kadar.. Bu sefer kaldırıldığı hastanede ısrarlar üzerine test yapılır ve sonuç beklendiği üzere pozitiftir. Üstelik 31. hasta olarak kayıtlara geçen kadın, tedaviye alınmadan önce pek çok kişiyle temas ettiği için ülkede onca emek boşa gider ve vaka sayısı binleri bulur. Bu olay, üzerine filmler çekilen ilginç bir konuyu akıllara getirmektedir: kelebek etkisi! Herhangi bir yerde ve herhangi bir zaman diliminde yaşanan bir olay pek çok insanın hayatına etki edebilir. Mümkün değil gibi görünse de Güney Kore’ nün trajik 31. vakası bizlere her duruma hazırlıklı olmak gerektiğini acır bir şekilde hatırlatır.
                Peki ülkemizde kısıtlamalardan en çok etkilenen yaşlılar ve çocukların ruhsal durumu ne alemde? Sokağa çıkma kısıtlamasının ilk kitlesi olan yaşlılar ruhsal çöküntüye uğradı mı? Bu süreçte atılan en olumlu adımlardan biri, kısıtlamanın ardından pek çok Avrupa ülkesinde kaderine terk edilen yaşlıların aksine ülkemizde Vefa Sosyal Destek Grupları’ nın kurulması oldu ve yaşlıların temel ihtiyaçları karşılanmaya başladı. İhtiyaçlarını karşılayabilecek yakınları olanlar ve sosyal medyayla arası iyi olan yaşlılar daha şanslıydı. Öyle ki işin psikolojik kısmını sevdiklerine yakın olanlar nispeten daha kolay atlattı. Sosyal mecralarda yaygınlaşan ve siz talep edin biz evinize getirelim temalı uygulamalar sayesinde kendi ihtiyaçlarını giderenler ise özyeterlilik konusunda daha yetkin hissetmeye başladı. Son dönemde alınan kararlar neticesinde Pazar günleri sokağa çıkabilen yaşlılar, haberi alkışlarla kutladı ve bir kez daha yorgun bedenlerin gönlü kazanılmış oldu.
                Çocuklara gelince.. Evde kalmak başta özellikle okul çağındaki çocukları sevindirdi desek yanlış olmaz herhalde. Sabahları erkenden kalkmak zorunda olmamak yüzlerde hafif bir tebessüm oluştursa da bu durum bir süre sonra yerini uzaktan eğitim sürecinin devamlılığının merak uyandırması, belirsizleşen sınav tarihleri ve evde geçirilen sürenin uzaması ile birlikte kaygı ve stres oluşumuna bıraktı. Okullarına ve arkadaşlarına kavuşmayı sabırsızlıkla bekleyen çocuklar, resmi açıklamalar neticesinde yüz yüze eğitim programlarının eylül ayında başlayacağının duyurulmasıyla birlikte hayallerini bir süre daha ertelemek zorunda kaldılar.
Evde kaldığımız karantina sürecinde olumlu sayılabilecek durumlar da yaşandı. Örneğin, evde çeşitli hobilere merak salındı, mutfak becerileri geliştirildi ve ailece eğlenceli vakit geçirmek isteyenlere çeşitli tavsiyelerde bulunuldu. Tavsiyelere uyan aileler, çocuklarıyla birlikte belki de daha önce keşfetmemiş oldukları özelliklerini tanıdılar ve farklı maceralara kucak açtılar.
Ve gençler.. Dışarıya çıkabilme özgürlüğünü bana bir şey olmaz mantığıyla yoğuranlar aldandı ve virüsün genç bedenlere de zarar verebileceği gerçeği haber kanallarının hemen her gün servis ettiği hikayelerle bir kez daha anlaşılmış oldu. Neticede sürecin en bilinçli kitlesi kendilerine verilen bilgileri dikkatle dinleyen ve öğrendiklerini sıkı sıkıya uygulamayı bir ödev haline getiren çocuklar oldu. Oysa ki bu süreç hep birlikte yaşadığımız ve hep birlikte aşacağımız bir süreç. Dikkatli olmayı, tedbirlere uygun davranmayı ve atacağımız hatalı bir adımın bizi Güney Kore örneğine yaklaştırabileceği gerçeğinden uzaklaşmamamız gerekmektedir.
Lütfen sağlığınız ve sağlığımız için yapılan resmi açıklamalar dışında herhangi bir habere itibar etmeyelim ve alınan tedbirleri uygulamanın bir vatandaşlık görevi olduğunu unutmayalım.
Sağlıklı günler dilerim.
Psiket..

6 Nisan 2020 Pazartesi

KARANTİNADA İZLEMELİK DİZİ ÖNERİSİ


Herkese merhabalar, bugün karantina günlerinde izlenebilecek dizi tavsiyelerine bir yenisini daha eklemek istedim. 1 sezon 8 bölümden oluşan, bir günde soluksuz izlenebilecek ve sonuca ulaşmak için karakterlerle birlikte savaşabileceğiniz bu dizi 2019 Netflix yapımı bir senaryoya sahip.
Dizinin adı Unbelievable ve konusu şöyle.. Marie adında genç bir kız bir gece yarısı yüzü maskeli bir erkek tarafından tecavüze uğrar ve aldığı tehdide rağmen yapacağı ilk iş polisi aramak olur. Bütün olay aslında bu noktadan sonra gelişir; çünkü Marie hiç beklenmedik olayların içine çekilerek bambaşka bir sonuca sürüklenir. Yaşadıklarından kurtulmak isterken daha kötü muamelelere maruz kalması bir yana kimsenin ona inanmaması Marie’ nin sonu mu yoksa başlangıcı mı olacaktır?
NOT: Dizide hassas görüntüler yer almakta ve bu durumdan etkilenebilecek kişilerin izlemeden önce konu hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir.
Dizinin Psikolojik Analizi
Marie bu hikayede yalnızca tecavüze uğramış bir genç kız değildir. Geçmişi ve tecavüz sonrası yaşadıkları bir bütün olarak değerlendirildiğinde aslında çok güçlü yapıya sahip olduğunu ve içindeki gücü günden güne geliştirdiğini izleriz. Marie, koruyucu aileler ile büyümüş ve artık ipleri eline alarak kendi yaşamını kurma hayalini gerçekleştirmeye başlamış bir kızdır. Ne var ki davranışları bir genç kıza göre normal iken yetişkinlerin dünyasında o sorunlu biridir ve yaşadıkları ile ilgili tutarsız görünen konuşmalarının ardındaki travmayı uzun bir süre kimse göremez.
                Yaşanan acı olaydan yıllar sonra benzer gelişen birkaç vaka daha baş gösterir ve farklı eyaletlerde bulunan polisler olayları incelemeye başlar. Tesadüfi bir karşılaşma ile vakaların aynı kişi tarafından gerçekleştirilebileceğini öngören zeki bir polis tarafından diğer vaka ile ilgilenen polis bulunur ve ortak çalışmalar başlar. Birlikte iyi bir iş çıkarabileceğine inanan polislerin çalışmaları, domino taşlarını yıkmaktan ziyade kurmak kadar yavaş ilerler ve bu aşamada Marie’ nin varlığından vakayı çabucak kapatan dedektiften ziyade kimsenin haberi yoktur. Ancak vakayı çözüme götürecek adımlar atıldıkça olayların Marie ile olan bağlantısı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar.
                Marie’ nin yaşamını etkileyen olaylar 4 düzlemde ele alınabilir:
-Polisler
-Koruyucu Aileler
-Arkadaşlar
-Terapist
                Buradaki en zayıf halka arkadaşlardır. Çünkü yeterince detaylı düşünmezler ve olayların akışına göre yorum yaparlar. Marie’ nin ihtiyacı olan desteği göstermezler ve buzdağının yalnızca görünen kısmıyla hareket ederler.
                Polisler ve koruyucu aileler olayın baş tetikleyicileridir. Bir şüphe ile vakayı kapatan dedektif ile yine bir şüphe ile vakayı açan dedektif arasındaki tek fark çalıştıkları yerdir ve bu iki kararın bir insanın hayatını nasıl etkileyebileceğini çok net görürüz. Koruyucu aileler ise Marie’ ye kendi anne-babaları gibi bakar; ancak onu yeterince anlayamazlar.
Terapist olaylara sonradan dahil olur ve Marie ona mahkeme kararıyla gittiği için başlarda konuşabilecek bir sebep bulamazlar. Doldurulması gereken zorunlu vakti geç de olsa yapılan çözümlemelerle ilerletirler ve terapist uzun zaman sonra Marie’ ye anlaşıldığını hissettiren ilk kişi olur.
Nasıl Değerlendirelim?
Polislerin olayları çözümlemede belirli taktikleri ve yasal sorumlulukları vardır. Buradan sonrası kişisel olarak gelişir. Kiminin şüphelenmesini gerektirecek onca sebep önüne dizilirken kimi içinse her şey göründüğü gibidir ve devam etmeye gerek yoktur. İçindeki sezgiyi izlemen ve her daim doğru bir sezi içinde olmayacağını bilmen gerekir. Öyle ki vakayı tekrar açan polisler bile hatalar yaparak sonuca ulaşırlar. Çok fazla yol kat etmek gerekmiştir; çünkü zanlı kanıt bırakmama konusunda profesyoneldir. O yüzden bazen doğru kararlar alabilmek için olaya dışarıdan bakan birilerinin fikirlerini almak işe yarayabilir. Bu olaydaki ilk kırılma noktası Marie’ nin davasına bakan polisin kendi gibi düşünen bir polisle fikir alışverişinde bulunmasıdır. Böylesine önemli bir vakayı kapatmadan önce benzer vakalar yaşamış birileriyle veya işinde daha çok tecrübe kazanmış birileriyle görüşmesi gereklidir. Vakayı tekrar açan polisler içinse aslında şans faktörüyle başlayan maceralarına mesleki çabanın da eklenmesiyle bu işi yürütebildikleri söylenebilir.
İkici kırılma noktası ise koruyucu ailelerin olaya tek bir noktadan bakarak Marie’ nin vakasını farklı bir yöne sürüklemeleridir. Burada yapacakları doğru yaklaşım, Marie’ nin bir uzmanla görüşerek ifade vermesini sağlamaktır; çünkü insanlar her zaman şanslı bir polisle karşılaşmayabilir. Olaylar büyümeden ona hislerini ifade etme konusunda cesaret verecek bir insana ihtiyacı vardır; ancak Marie bu kişiyi bulamadığından yaşamı geri döndürülemez bir döngüye girer.
Terapist, Marie’ nin ruhsal çöküşünü göremeyen pek çok insandan sonra tesadüfi bir keşif yapar ve onu yargılamadan yalnızca dinler. Bu Marie’ ye iyi gelir ve başlarda terapiye direnç gösteren bu genç kız sonraları daha fazlasını anlatmaktan çekinmez. Bu durum da üçüncü ve olumlu gelişen kırılma noktasıdır.
Marie’ nin hikayesi bir nevi kelebek etkisine benzer. Kelebek Marie’ nin evinde yaşananlar sonrası bir kanat çırpar ve yıllar sonra bu kanadın oluşturduğu rüzgardan etkilenen insanlar tarafından sesi duyulur. O yüzden küçük sanılan olayların başkalarını da etkileyebilecek boyutlara ulaşabileceğini unutmamak gerekir.
Keyifli izlemeler..
Psiket..

8 Mart 2020 Pazar

AMNEZİ TEMALI DİZİ ÖNERİSİ


    İzlerken sizi gerim gerim gerecek; ama bir o kadar da merak uyandıracak bir psikolojik gerilim dizisi önerisinde bulunacağım. Dizinin psikolojik teması“amnezi” üzerine kurulmuş ve aslında yaşanan tüm olaylar bu tema etrafında gelişiyor. Ancak tüm olay bu kısır döngü içerisinde dolaşmıyor, izlerken sizi Freud’ dan tutun da Alzheimer hastalığına kadar pek çok psikolojik terim ile karşılaştırıyor ve bu alanda ilgi sahibi olan veya olmayan herkesi ekrana kilitlemeyi başarıyor.
    Belçika-Almanya ortak yapımı olan dizi 2017 yılında tek sezon olarak yayımlanmış ve Belçika’ nın küçük bir kasabasında çekimleri tamamlanmış olup daha sonraları Netflix tarafından da yayın hakları satın alınmıştır.
                Dizinin konusuna gelelim.. Annemie D’Haeze, namı-diğer Mie, bir akıl hastanesinde kayıp bir kişinin soruşturmasına dahil olmasıyla bizi hikayesinin içine alıyor ve soruşturma ilerledikçe Mie’ nin geçmiş hayatı ile ailesi ve yakın çevresini tanımaya başlıyoruz. Olaylar Thomas De Geest adlı bir gencin kaybolmasının 3 ay öncesinden günümüze doğru geçiş sahneleriyle anlatılıyor. Annemie D’Haeze, çok başarılı bir müzikal sanatçısı iken geçirdiği kaza sonucu aldığı beyin hasarı sebebiyle ileriye dönük amnezi başlar. Yani geçmişte yaşadıklarını herkes kadar hatırlayabilirken kaza sonrası yaşadıklarını kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktaramaz. Yakın zamanda yaşanan olayları unutması sebebiyle yanında resim ve notlarla dolu defterini taşır ve her yere not almaya başlar. Ailesi Mie’ nin yaşamını rahat bir şekilde sürdürebilmesini sağlamak için pek çok güvenlik önlemi almaktadır.
    Mie eşi ve kızı ile birlikte yaşamını sürdürmeye çalışırken evlerinde çıkan yangın sonucunda dedesinin şehir dışındaki eski evine taşınırlar. Annesi Rita her ihtiyacı olduğunda Mie’ ye yardım eli uzatmaktan çekinmez. Ancak babası eski bir nörolog olmasına rağmen Alzheimer hastasıdır ve Mie’ yi ve kardeşini zaman zaman tanımamaktadır.
                Thomas De Geest, atık maddelerin depolandığı bir geri dönüşüm merkezinde çalışmaktadır ve Mie’ yle taşınma sonrası geri dönüşüm merkezinde tanışırlar. Mie, kendini yalnız ve hapsedilmiş hissettiği yeni dünyasının içine samimiyetiyle onu kendine çeken yeni bir dost edinmiştir ve Thomas ile sık sık görüşmeye başlar. Ancak Thomas bir süre sonra kaybolur ve Mie onu son gören kişi olarak artık hatırlamadığı birinin soruşturmasına katılmak ve olanları çözmek için hafızasını zorlamak zorunda kalır.
                Mie’ nin soruşturmasında ise iki önemli isim vardır: dedektif ve terapist. Soruşturmasının başında emekliliğine az bir zaman kalan dedektif vardır ve Mie’ nin hafızasını canlandırmak için elinden geleni yapmaya hazırdır. Mie’ nin terapisti Dr. Mommaerts ise ona her daim kucak açan ve rahatlamasını sağlamaya çalışan yapısıyla Mie’ ye destek olmaktadır; ancak Mie yaşadıklarından sonra her ikisine de güvenmemektedir.
                Son olarak dizi her bölümünde geçmişten bir sırrı açığa çıkardığından heyecanı ve gerilimi her daim yüksekte tutuyor. Merak içinde olacakları izlerken tahmin yeteneklerinizi konuşturmaya ihtiyaç duyabilirsiniz! Yalnızca bölümlerin ağır bir tonda ilerlediğini belirtmekte fayda var; ancak bu tür dizileri izlemeyi seviyorsanız her bir dakikasını doya doya izleyeceğinize eminim.
                Dizinin Adı: Tabula Rasa
                Yönetmen: Kaat Beels, Jonas Govaerts
    Oyuncular: Veerle Baetens, Stijn Van Opstal, Jeroen Perceval, Cecile Enthoven, Hilde Van Mieghem, Gene Bervoets, Natali Broods
    Süre: 60 Dakika
    Ülke: Belçika
    Bölüm Sayısı: 9 Bölüm (1 Sezon)
    NOT: Dizinin ikonik adı konusuna göre oldukça iyi düşünülmüş; John Locke’ un “Tabula Rosa” yani boş levha öğretisine gönderme olarak seçilmiş. Daha fazla bilgi için diziyi izlemeden boş levhayı araştırmanız tavsiye edilir.

4 Mart 2020 Çarşamba

NEDEN UZMANA BAŞVURMALIYIM?


 

 Günlük hayatta kendimize, ailemize veya yakın çevremize dair pek çok sorunla karşılaşıyoruz. Sorunları çözme noktasında başvurduğumuz ilk mercii de yakın arkadaşlarımız oluyor. Çünkü sıkıntılı anda destek almak hepimizin içinde yer etmiş ilk çözüm yoludur.
Bazen en ufak bir onay veya etkili bir söz sorunumuzu ortadan kaldırmaya yetiyor. Çünkü nispeten daha basit meselelerimiz için ihtiyacımız olan şey budur. Ancak bazen öyle durumlarla karşılaşırız ki işin içinden çıkamaz hale geliriz. En yakın arkadaşlarımızın verdiği destek mesajları da sıkıntılarımızı gidermeye yetmez. Böyle durumlarda atılması gereken en önemli adım ruh sağlığı alanında çalışan bir uzmana danışmaktır. Bu işin eğitimini almış kişiler size arkadaşlarınızın verdiği tavsiyelerden daha fazlasını verir. Uzmandan yardım almak sorunları geçici yoldan halletmekten ziyade hayat boyu sağlıklı bir birey olmanıza yardımcı olur.
   Gelelim ruh sağlığı çalışanlarına… Psikiyatristler, psikologlar, psikolojik danışmanlar, sosyal hizmet uzmanları… Günümüzde sorunlarınızı aşmanıza yardımcı olmak üzere eğitim almış pek çok ruh sağlığı çalışanı var. Ancak ülkemizde ne yazık ki bu tür uzmanlardan yardım isteme oranı oldukça düşük. Oysaki modern dünyanın getirdiği stres ve buhranla tek başınıza mücadele etmek zorunda değilsiniz. Size yardımcı olabilmek için yetişmiş hatta bunun üstüne çeşitli eğitimler almaya devam eden pek çok çalışan sizleri bekliyor. 
   Yaşadıkları karşısında uzmanlara başvuran insanlar da var elbet. Ancak bu grubun içinde azımsanmayacak bir çoğunluk var ki işte belki de en tehlikeli sonuçlar buradan çıkıyor.
“BAŞVURACAĞINIZ UZMANI ARAŞTIRIN”
   Kulaktan dolma bilgiler ve tavsiyeler üzerine birilerinden yardım almak demek bu alanda lisans eğitimi almış kişileri hiçe saymak demektir. Psikoloji dünyası öyle bir deryadır ki biraz bilgi toplayan kişiler dahi kendini uzman zannediyor. Sadece psikoloji kitaplarını okumak ve yeterince bilgi sahibi olduğunu düşünmek bu alanda uzman olmak demek değildir. O yüzden başvuracağınız kişinin öncelikle LİSANS bilgilerini sorgulamanızda fayda vardır. Aksi takdirde tek derdi para kazanmak olan kişilerin tuzağına düşebilirsiniz.
Son olarak parantez açmak istediğim konu “pedagog” meselesi. Üniversitelerin pedagoji bölümü kapanalı yıllar oldu. Yani şu an böyle bir mezun veren okul yok. Ancak bu mesleği –tam olarak olmasa da- karşılayan meslek psikolojik danışmanlıktır. Adliyelerde çalışan psikolojik danışmanların unvanı “pedagog” tur. Dolayısıyla çocuğu ilgilendiren herhangi bir bölümden mezun kişiler pedagog değildir. Lütfen bu ayrıma da dikkat ediniz. Ayrıca bu bölümden mezun olmak demek iyi bir pedagog olmak demek değildir. Çocuk psikolojisi üzerine eğitimler almak veya yüksek lisans yapmak daha kaliteli bir hizmet sunmak için gereklidir.
   Kendinize bir iyilik yapın ve gerçek bir uzmana danışın.
   Sağlıkla kalın.
   Psiket..

20 Şubat 2020 Perşembe

TELEFONU ELİMDEN BIRAKAMIYORUM




   Son zamanlarda öğrencilerin sınav dönemiyle ilgili en çok merak ettiği konuların başında teknolojinin sınırlandırılması yer alıyor. Teknolojik aletler içerisinde en sık kullanılan ve ulaşımı daha kolay olan da genellikle akıllı telefonlar oluyor. Hayatımıza girdiğinden beri çok büyük faydalar sağlamasıyla birlikte aşırı kullanımı nedeniyle büyük sıkıntılara da sebep olan akıllı telefon kullanımı ile ilgili konuyu masaya yatıralım.
   Akıllı telefonlar artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuş durumda. Öyle ki eskiden sadece bir iletişim aracı olarak kullanılırken günümüzde iletişimin yanında sosyal aktiviteler gerçekleştirme, boş zamanı değerlendirme adına pek çok uygulama ve hatta iş yaşamı ile ilgili birçok işlemi hızlıca yapabilme imkanı da sunulmaya başlandı. Her geçen gün yepyeni bir özellik sunarak takipçilerini meraklandıran akıllı telefon şirketleri ise satış oranlarını arttırmak için birbirleriyle kıyasıya bir yarış halindeler.
   Hal böyle olunca akıllı telefonun yaşamımıza hızlıca giriş yapması ve zamanımızın çoğunu alması da uzun sürmedi. Başlarda belli bir yaş grubu kullanırken zamanla erken yaşta cep telefonu sahibi olmak kaçınılmaz oldu. Günümüzde pek çok öğrenci akıllı telefon sahibi ve bu durum özellikle ders çalışırken karşılaşılan en büyük zorlukların başında yer almaya başladı.
   Sınava hazırlanan öğrenciler bu dönemde beslenme, uyku düzeni, ders çalışma planı gibi sorunlarla boğuşurken bir de elinden bırakamadığı ancak başında saatler geçirdikten sonra vicdan azabı çektiği akıllı telefonlar için çözüm yolları arıyorlar.
   Peki Telefon Kullanımını Sınırlama Konusunda Neler Yapılabilir?
   Eğer öğrencilerin kullandıkları bir ders çalışma programı varsa içeriğinde yer alan dinlenme saatlerine dikkat edilmelidir. Bu saatler dışında telefon kullanımı sıfıra indirilirse sorun kalmayacaktır. Ancak bağlı olunan bir program yoksa yani daha çok düzensiz bir çalışma planı yürütülüyorsa o zaman daha dikkatli olunmalıdır. Zira telefonla geçirilen vaktin çok çabuk ilerlediği ve bu durumun olumsuz pek çok sonuca götürdüğü bilinmektedir.
   Bunları biliyoruz zaten ama yine de elimizden bir türlü bırakamıyoruz derseniz bu durumda bahsedilmesi gereken en önemli konu “sorumluluk”  olacaktır. Maalesef şunu yaparsanız kesinlikle akıllı telefonu elinizden bırakırsınız diyebileceğimiz bir formül yok. Ancak sorumluluklarınızı sürekli hatırlar ve ona yönelik davranırsanız sınav dönemi sizin için daha bilinçli bir dönem olarak geçecektir. Sorumlulukları hatırlama noktasında da benim öğrencilere önerdiğim ve faydalı olduğunu düşündüğüm bir yöntem var. Oldukça basit ve etkili olduğunu düşündüğüm bu yöntemde öncelikle sınav dönemi sonunda ulaşmak istediğiniz hedefi düşlemeniz gerekiyor. Hemen hemen herkesin aklında bir ya da birkaç meslek hayali vardır diye düşünüyorum. Bu konuyu etraflıca düşündükten sonra örneğin hukuk fakültesini istiyorsanız büyük beyaz bir kağıda,
Avukat olmak için ………….. yapmalıyım  yazarak boşluklara yapmanız gerekenleri yazabilirsiniz. buraya yazacağınız cümle size sorumluluklarınızı hatırlatacaktır. Telefon kullanımı için de kendi belirlediğiniz ve derslerinizi çok aksatmayacağınız bir saati kağıda yazabilirsiniz. Bu durumda şöyle bir cümle uygun olabilir.
Avukat olmak için günde en fazla 1 saat telefon kullanmalıyım.
   Bu örnek bir saat olmakla birlikte kaç saat geçirmeniz gerektiği konusunu okul psikolojik danışmanınızdan yardım alarak da belirleyebilirsiniz. Ardından bu kağıdı odanızda görünür bir yere asabilirsiniz. Böylece her gün sorumluluklarınızı hatırlar aynı zamanda da hayalinizdeki meslek için çabaladığınızı görme fırsatı elde etmiş olursunuz.
   Hepinize iyi çalışmalar dilerim..
   Psiket..

19 Şubat 2020 Çarşamba

POZİTİF STRES NEDİR?


Stres, vücudun karşılaştığı yeni durum karşısında verdiği fizyolojik ve psikolojik tepkilerin tümüdür. Stres çoğunlukla denge bozan ve beklenmeyen durumlara karşı uyum sağlanması beklendiğinde ortaya çıkar ve uzun sürmesi kişinin yaşam kalitesini düşürür.
Stres hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır. Kendinizi her şeyden izole bir yerde yaşıyor olarak hayal edin. Kocaman bir bahçeniz var ve yemyeşil bir alanda sebzelerinizi yetiştiriyorsunuz. Bir anda fırtına çıkıyor ve bahçeniz darmadağın oluyor; ancak siz tüm kışı o sebzelerden faydalanma üzerine kurmuştunuz. Beklenmeyen bu durum, sorunsuz hayatınıza yeni bir stres kaynağı olarak dönecektir.
Pek çok etmen strese neden olabilmektedir. Stresin kişisel tetikleyicileri olduğu gibi toplum olarak etkilendiğimiz durumlar da söz konusu olabilmektedir; sınavlar, hastanedeki bir yakının ameliyattan çıkmasını bekleme gibi. Var olan potansiyel ile beklenti oranı arasındaki açı büyüdükçe de stres düzeyi artmaktadır. Örneğin, yeni bir iş teklifi aldınız; fakat iş hayatında henüz 3. yılınız olmasına rağmen size ayrılan pozisyon yüksek düzeyde bir idareyi gerektiriyor. Altında kalkabileceğinizi düşündüğünüz bu pozisyonun daha fazla tecrübeyle harmanlanarak yürütülmesi gerektiriyorsa bu durum, işe başlayıp kendinizi yetersiz hissetmeye başladığınızda stresi ortaya çıkaracaktır.
Stresle ilintili bir başka kavram örgüsü ise korku ve kaygılardır. Varoluşçu yaklaşıma göre, kişiliğin özü onun anlam arayışıyla ilişkilidir ve kaygılar hayatımıza anlam katan bir unsurdur yani kaygı ve korkularımız yaşamımızın doğal bir parçasıdır.
Fizyolojik yapımız, stresin oluşturduğu ve kaygıya sebep olan duruma karşı en belirgin tepkileri vermektedir. Çünkü stres sonrası vücudumuzda meydana gelen dengesizlik durumu hormonal değişikliklere yol açar. Ayrıca sinir hücrelerinde de farklılıklar gözlenir ve tüm bu değişiklikler sonucu gözle görülür belirtiler ortaya çıkar. Örneğin avuç içlerinde terleme ve yüzün kızarması gibi.. Söz konusu belirtiler, sınava girme ve iş için mülakata katılma gibi kaygı oluşturan durumlarda kendini gösterebilir. Vücudun stres anında verdiği tepki durumuna savaş veya kaç tepkisi denmektedir.
Pozitif ve Negatif Stres Nedir?
Stres iki kategoride ele alınmaktadır:
·         Pozitif Stres (Östres)
·         Negatif Stres (Distres)
Negatif Stres, günlük hayatta sıkça karşılaştığımız durumlar için kullandığımız bir terimdir. Örneğin; işten ayrılma, iflas etme, sevilen birinin vefatı gibi. Genellikle olumsuz durumlarla entegre olmuş bu stres durumu motivasyonumuzu düşüren ve problemlerimizi arttırıcı bir etki yapar.
Pozitif stres ise yine günlük hayatta karşımıza çıkan olağan ve olağan dışı durumlarla ilgili olup tamamen olumsuz tutuma yol açmaması açısından negatif stresten ayrılır. Örneğin, daha önce hiç gitmediğiniz bir ülkeye seyahat etmeye karar verdiniz. Sizin için müthiş bir deneyim olacağından eminsiniz; fakat her şeyi ayarlamış olmanıza rağmen hava limanına indiğiniz an bambaşka bir dünyaya adım atmış gibi hissedebilirsiniz. Bir duruma kendimizi her ne kadar hazırlamış olsak da içeriğinde beklenmedik durumlar da olabileceğinden stres kaynağımız olabilirler. Ebeveyn olacağınızı aylar öncesinden öğrenmiş olsanız da bebeğiniz doğduktan sonra hem mutlu olup hem de karşılaştığınız her yeni ve olumsuz durumda stres durumuyla karşı karşıya kalabilirsiniz.
Pozitif stres durumu kişiler için motive edici bir yapıya sahiptir ve var olan potansiyelimizi arttırmak için kullanılabilir. Stresle baş etmede ve stresin etkin kullanımını sağlamada uzman bir ruh sağlığı çalışanından yardım alabilirsiniz. 
Keyifli okumalar..
Psiket..

14 Şubat 2020 Cuma

OTİZM TEMALI DİZİ ÖNERİSİ


     Otizmli bir çocuk, annesiyle asla anlaşamayan bir ergen, hayatını oğluna adadığından kendini keşfetmeye yeni başlayan bir anne ve geçmişin izini silerek çocuklarıyla ilişkilerini düzeltmeye çalışan bir baba… Otizmi anlatan böylesine neşeli yer yer dramatik ve bir o kadar da öğretici bir dizi arıyorsanız doğru adrestesiniz!
     Sam GARDNER, lise çağında otizmli genç bir çocuktur ve ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Annesi Elsa küçüklüğünden beri onunla ilgilenerek hastalığı konusunda en büyük destekçisi olmuştur. Babası acil tıp teknisyeni olarak çalışmakta ve anne Sam’ e annesi kadar yakın olamamıştır. Kız kardeşi Casey ise başarılı bir koşucudur ve görünürde anlaşamasalar da aslında Sam’ i çok sevmekte ve onu hep korumaktadır. Sam, penguenlere olan ilgisi ve resim yeteneği ile öne çıkarak ve otizmin sınırlandırdığı sosyalleşmeyi aşmaya çalışmaktadır. İnsanları gözlemleme ve yorumlama biçimi çoğunlukla çok sevdiği ve hakkında pek çok bilgiye sahip olduğu penguenler üzerinden olmaktadır. Böylelikle hem otizm hem de Antartika Kıtasının yerlileri olan penguenlere dair derin bilgiler verilmektedir.
     Dizi şimdilik 3 sezondan oluşmakta ve her bir sezonda Sam ve ailesinin gelişimi ile yaşadıkları olaylar neticesinde evrildikleri yaşam biçimleri anlatılmaktadır. Bölümler 30 dakikadan oluşmakta ve tam anlamıyla kısa ama öz dediğimiz durumu yansıtmaktadır.
     Yazar Notu: Dizide en dikkat çekici noktalardan biri otizm üzerine yapılan araştırmalar ve konu hakkında bizim ülkemize oranla yapılan etkinliklerin fazla olmasıdır. Üstelik orta düzey bir üniversitede bile engellilere yönelik hizmetler ve otizmlilerin eğitim konusunda aileleri ve kurumlar tarafından desteklenmesi oldukça etkili uygulamalar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Keyifli seyirler.
Psiket..
Dizinin Adı: AYTPİCAL
Yönetmen: Robia RASHİD
Oyuncular: Keir Gilchrist, Jennifer Jason Leigh, Brigette Lundy-Paine, Amy Okuda, Michael Rapaport
Süre: 30 Dakika
Ülke: ABD
Sezon Sayısı: 3

NORMALLEŞME PSİKOLOJİSİ

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de görülmeye başlanan Covid-19 nam-ı diğer Koronavirüs artık adının anıldığı yerde hüznü çağrıştırmakta...