24 Ekim 2018 Çarşamba

KAZANMANIN OLASILIĞI

   
     Temelleri XVI. yy'da atılmış olan olasılık kavramı, günümüzde matematik biliminin temel taşlarından biri olarak kabul edilir. Öyle ki bilimsel veya günlük hayata dair pek çok problem olasılık üzerinden değerlendirilir ve tahmini sonuca ulaşılmaya çalışılır. İşlemsel ifadesi her ne kadar akılları karıştırsa da bilim insanları için olasılık, düşünce dünyasında sınırsız sayıda kapı açan bir anahtar görevi görür.
     İlk olarak Aristo' nun eserlerinde adı geçen olasılık kavramı modern incelemelerine XVII. yy'da kavuşmuştur. Blaise Pascal ve Pierre de Fermat' ın araştırmaları olasılığı matematik bilimi içerisinde oldukça önemli bir noktaya taşımıştır. Olasılık hakkında ilk bilimsel açıklama 1657 yılında Christiaan Huygens' ten gelmiştir. Bundan sonra çeşitli eserlerinde konu edinilen ve araştırmalara devam edilen kavram o döneme kadar basit incelemelerden ibaret olmuştur. Bu sebepten ötürü modern olasılık kuramının geliştirilmesi XIX. yy' ı bulmuştur.
     Olasılığın bilimsel getirilerinin yanı sıra günlük hayata dair açıklamaları, sürekli bir koşuşturmaca içinde olan ve bu sebeple yoğun stres yaşayan insanoğlu için farklı bir bakış açısı kazandırabilir. Mesela basit bir örnek üzerinden düşünelim. Olasılık der ki;
     "Eğer bir olayın gerçekleşme oranı yüzde elliden (%50) fazla ise o olay gerçekleşir."
     Biz bu durumu üniversite sınavına hazırlanan gençler üzerinden değerlendirelim. Elde etmek istediğiniz sonuç "üniversiteyi kazanmak" ise bu sonucun gerçekleşmesini sağlayan özellikler neler olabilir? Bu sorunun cevapları kişiden kişiye değişebilir; ancak genel tabirlerle birkaç seçenek yazalım.
  • Sınava kazanmaya dair istek (Hedef belirleme ile kendini gösterebilir.)
  • Sonuca ulaşabileceğine dair inanç
  • Kazanmak için yapılacak gerekli çalışmalar (konu çalışma, test çözme vs.)
  • Başarılı sonuç elde etmek için yapılacak fedakarlıklar (uykusuz kalma gibi)
  • Bilinçli bir şekilde yapılan araştırmalar (sınavlar veya hedeflerinize yönelik)
     Bu liste arttırılabilir veya azaltılabilir; ancak bu şekilde hazırladığınızı farz edelim. Eğer listenizdeki maddelerin yarısından fazlasına sahipseniz yani bu maddeleri gerçekleştirmek için gerekli çabayı gösteriyorsanız sınavı kazanmanızın önünde bir engel yok demektir. Bunu ben söylemiyorum, olasılık söylüyor!
     Bu bilginin doğruluğu veya yanlışlığı tartışılabilir; fakat doğru olduğunu farz edersek aslında bizlere çok önemli bir mesaj verdiğini de anlamış oluruz. Eğer bir şeyi gerçekleştirmek için gerekli şartlara sahipseniz, o şeyin gerçekleşmesi için önünüzde hiçbir engel yoktur. Yine sınav bazlı düşünecek olursak halihazırda yaptığınız çalışmalar, uykunuzdan fedakarlık etmeniz ve hedeflerinize yönelik isteğiniz o şartları kendi ellerinizle sağladığınızın bir göstergesi sayılır. Dolayısıyla daha yolun başındayken umutsuzluğa kapılmanız için hiçbir sebep yoktur.
     Yılmadan çalışmalarınıza devam edin ki süreç sonunda içinizdeki gücü açığa çıkarabilesiniz.
     İyi çalışmalar.
     Psiket..

21 Ekim 2018 Pazar

ÜNLÜ SANATÇILARIN İNTİHARLARI VE RİSK GRUPLARI

   
İntihar olgusu hemen hepimiz için üzücü bir neticeyken ölen kişinin genç oluşu üzüntümüzü bir miktar daha arttırıyor. Hele bir de milyonları peşinden sürükleyen bir sanatçı söz konusu ise işin rengi tamamen değişiyor. Bu noktada olaya medya dahil oluyor ve kafaları karıştıran bir süreç başlıyor. Önce "Acaba gerçekten öldü mü?" haberleri ile halkın merak duygusu arttırılıyor ve küçük de olsa bir umut ışığı yakalamış hayranlar için kısa bir bekleyiş dönemi başlıyor. Ardından sanatçının ölümü konusunda çeşitli teoriler ortaya atılıyor. Ancak bütün bunların sonunda nihai gerçek ile yüzleşiliyor ve kaybı tüm dünya kabullenmek zorunda kalıyor.
     Sanatçı intiharları gündemimize yeni düşen bir konu değil. Geçmişten günümüze pek çok kez ünlü isimlerin yaşamına son veriş hikayelerine tanık olduk. İntiharın pek çok sebebi olması bir yana ünlülerin medyaya yansıyan sebeplerine bakıldığında bir çoğunun ortak yönünün kendi döneminde yaşadığı sorunlar sebebiyle ağır depresyon geçirmesi olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte acaba kaç tanesi "Bir uzman yardımı alarak problemlerini aşmaya çalışmıştır?" sorusuna yanıt arandığında hemen hemen hiçbirinin böylesi bir adım atmadığı sonucuna ulaşılıyor. Bunun yanı sıra kalabalık bir çevreye sahip olabilecek bu kişilerin bunca sıkıntı ile boğuşurken etrafındaki hiç kimsenin bu duruma müdahale etmemesi de oldukça ilginç.
     İntihar konusu olan kişi Türkiye'ye ister dünyaya mal olmuş biri olsun sonuçta özellikle psikolojik danışmanları ilgilendiren oldukça önemli bir mesele ortaya çıkıyor. Özellikle genç sanatçıların etkisi altında olan "okul çağındaki çocuklar ve ergenler" bu türden intiharların sonucunda en büyük risk grubunu oluşturuyorlar. Etkilenme işini doruklarında yaşayan bu gruplar, sevdikleri sanatçının kaybı için büyük üzüntü duymaya başlıyor. Yas dönemi birine sevgiyle bağlanan herkes için normal ama bu dönemi atlatamayıp depresif bir ruh hali içine giren kişilerin, müdahale edilmediği sürece olumsuz sonuçlara sürüklenmesi kaçınılmaz bir hal alıyor.
     Son olarak geçtiğimiz yıl dünyaca ünlü rock grubu Linkin Park' ın solisti Chester Bennington' ın ölümü ile gündeme gelen intihar konusu, okullardaki krize müdahale ekibi tarafından ne gibi çalışmalarla işleniyor bilmiyorum; ama eğer masaya yatırılmayan bir konuysa kesinlikle üzerinde çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Zira öğrencilerini az çok tanıyan öğretmenler ve psikolojik danışmanlar, intihar olayı sonucu öğrencilerin ne kadar etkilendiğini ve ne tür değişimler yaşadıklarını elbette fark edeceklerdir. Tabi eğer yaz tatili gibi okuldan uzun zaman uzak kalınan bir süre zarfında bu olay yaşanmışsa o zaman da ailelere büyük bir sorumluluk düşecektir. Çünkü o dönemde çocukla birinci dereceden iletişim kuran kişiler en başta ailelerdir. Bunun dışında okul çağını geçmiş bir yetişkin de bu türden bir kayıp için derin bir üzüntü duyabilir ve bu durumu atlatmakta zorlanabilir. Bu aşamada yine kişinin ailesi ve yakın çevresi destek olmalıdır. Her zaman altını çizdiğim konuyu bir kez daha söylemek gerekirse de bu tür üstesinden gelinemeyen durumlarda kesinlikle LİSANS mezunu uzmanlardan yardım alınması gerekmektedir.
    Sözün özü, hayatımızdaki pek çok üzücü meseleden biri olan sanatçı intiharları geniş bir kitleyi etkisi altına aldığından diğer konular arasından sıyrılıp öne çıkıyor. yaşanması durumunda da oldukça ciddi tedbirler gerektiriyor. Özellikle psikolojik danışmanların bu konu üzerinde duracağına ve yapılması gerekenleri titizlikle yapacağına inanıyorum.
     Esenle kalın.
     Psiket..

18 Ekim 2018 Perşembe

MÜKEMMEL BİR VÜCUDA SAHİP OLMALI MIYIM?

   
 Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte insanlar, günlük hayatlarına dair ayrıntıları paylaşma konusuna daha fazla dikkat etmeye başladılar. Öyle ki pek çok insanın görüş alanına girecek fotoğraflar için iyi bir duruş, düzgün bir giyim ve toplumca daha iyi (!) olarak lanse edilen bir beden algısı gibi faktörler öne çıkmaya başladı. Hatta paylaşmaya ve beğenilme arzusuna verilen bu önem sosyal medya danışmanlığı, blogger gibi yeni iş sahalarının açılmasını sağladı.
     Peki bu durumu bu denli önemsememizin sebebi nedir?
     Kimileri tanınmak kimileri para kazanmak kimileri de sadece toplum içinde değer görmek amacıyla kendisini bu oluşumun bir parçası konumuna getiriyor. Bunların içerisinde en büyük riski taşıyan grup, değer görmek adına çaba harcayan kişilerdir. Çünkü bu kişiler beğenilme arzusuyla toplumda daha yüksek bir statü elde etmek isterler. Bunun için de farkında olmadan toplumun oluşturduğu kalıp yargıların etkisi altına girebilirler.
     Saçları düz olduğu için "pırasa", kıvırcık olduğu için "marul" tabirlerine maruz kalan kız çocukları olumlu bir beden algısı oluşturamamaktadır. Aynı şekilde balık etli bir vücuda sahip olduğu için "tosun", zayıf olduğu için de "cılız" gibi tabirlerle karşılaşan erkek çocuklar henüz küçük yaşlarda nasıl bir vücuda sahip olmaları gerektiği konusunda uyarılmaktadır. Üstelik bu durum ileri yaşlarda da devam etmekte ve "Biz sizi nasıl görmek istiyorsak öyle olun." mesajı sürekli verilmektedir. Bu durumun farkında olan sağlıklı bireyler nasıl göründüğü konusunda endişe duymazken farkında olmadan bu durumun içine çekilen kişilerse beklentileri karşılamak için yoğun bir çaba harcamaktadırlar.
     Beden algısı kişiden kişiye de farklılık gösterebilir. Örneğin, biri burnunun büyük oluşundan memnuniyetsizlik duyarken bir başkası da gözlerinin çekik oluşundan yakınabilmektedir. Oysa her insan doğuştan birtakım özelliklere sahip olur. Bu özellikler her insanda farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Bu sayede bir insanı diğerlerinden ayıran ve onu değerli kılan en önemli parçalar biraraya gelmiş ve dünyada eşi benzeri bulunmayan bir canlıyı oluşturmuştur, sizi!
     Beden algısına yönelik eleştiriler eski zamanlardan bu yana konuşulan bir mitten doğan "altın oran" ile farklı bir boyuta ulaşmıştır. Söz gelimi bu altın orana uyan kimseler karşı cins tarafından daha çekici olarak algılanmaktadır. Üstelik tartışmalar ünlüler ve mankenler üzerinden yürütülerek daha ilgi çekici hale getirilmeye çalışılmıştır. Ancak insan vücudu kendi içinde mükemmel bir bütünlüğe sahiptir ve bu bütünlüğü tek tip rakamsal bir ifadeye indirgemeye çalışmak oldukça anlamsızdır.
     Siz bu toplumda ister bakkal Hasan Amca olun ister terzi Ayla Abla, her halinizle eşsiz bir güzelliği temsil ediyorsunuz. Var olmanın tadını çıkarın! Eğer yine de değer görmek için bir şeyler yapmak istiyorsanız, çalışın, üretin ki içinizdeki ışığı herkes görsün.
     Ha bu arada "marul ve pırasa" beğenmediğiniz vücutları besleyen iki muazzam sebzedir. Yemeyi deneyin!
     Psiket..
 

7 Ekim 2018 Pazar

10 ADIMDA YAŞAMIN SIRRI


İnternette gezinirken sıklıkla karşımıza çıkan ve oldukça ilgi çekici konu başlıkları var.
“5 Temel Adımda Depresyonu Aşmak”
“7 Adımda Stresten Kurtulmak”
“10 Basamaklı Çocuğu Tanıma Rehberi” vs vs.
Milletçe sorunlarımızı çözmek için sihirli bir güç veya böyle beş basamaklı basit kurallara ihtiyaç duyuyoruz. Biz istiyoruz ki o beş adım sorunumuzu çözsün, hayatımızı kurtarsın ve bizi sonsuza dek mutlu etsin.
Hepimiz günlük hayatta pek çok problem yaşıyoruz. Çocukken kırılan oyuncağımız sorun oluyor, öğrenciyken derslere odaklanmaya çalışıyoruz, büyüyünce kayıplarımız için yas tutuyoruz. Herkes kendine büyük gelen sorunlarının dünyanın en büyük sorunu olarak görülmesini ve çözümü için birilerinin harekete geçmesini bekliyor.
Tam da bu noktada belki kendiniz belki de bir başkasının tavsiyesi üzerine bir konu başlığı görüyor ve ona umutla bağlanıyorsunuz. Sihirli adımları takip ederek meseleyi en kolay yoldan çözmeye çalışıyorsunuz. Ancak kaçırdığınız nokta bir şeye bu kadar bağlanmanın yanlış sonuçlar doğurabileceği gerçeğidir. Yani bu adımları izlemek ve kesin sonuç beklemek sizi hayal kırıklığına uğratabilir. O yüzden bu tür yazıları dikkatle okuyun ve mümkün mertebe uzman tavsiyesi olmasına dikkat edin.
Psikoloji öyle bir dünyadır ki insanın varoluşundan beri hayatımızda olsa da en karmaşık varlık olan insanla uğraştığı hala çözülmemiş işler üzerinde çalışılmaktadır. Bilim insanları bireyi veya toplumu inceleyerek genel kanılara varmaya çalışmış; ancak istenilen sonuçlara tam olarak ulaşılamamıştır. Dolayısıyla psikoloji pek çok yönüyle olasılıklar üzerinden konuşan bir bilim dalıdır. Yani psikoloji size beş adımda sorunlarınızı çözme imkanı tanımaz. Psikoloji konuşur, insanı tanır, anlar ve çözüm için yine insanı harekete geçirerek çeşitli yollar dener.
Peki  10 adımda yaşamın sırrını çözme ihtimalimiz hiç yok mu?
Kim bilir! O adımları 100’ e de çıkarsanız siz kendiniz olup sorunlarınıza sağlıklı yollardan çözüm aramadıktan sonra istediğiniz sonuca ulaşamazsınız.
Okuyun, araştırın ve sizin için en doğrusuna yine kendiniz karar verin.
Psiket..

4 Ekim 2018 Perşembe

PEDOFİLİ NEDİR?


Ünlü bir televizyon programında gündeme gelmesiyle birlikte tekrar konuşulmaya başlanan pedofili konusu aslında hep var olması sebebiyle hiç unutulmaması gereken bir konudur. Ülkemizde ve tüm dünyada çocukların risk grubunu oluşturduğu bu durum ne yazık ki onların korumakla yükümlü ailelerin pek çoğu tarafından yeterince bilinmemekte ve bu sebeple de çevredeki olası tehlikeler fark edilememektedir.
Pedofili, en az 6 aydır süregelen ve ergenlik çağına girmemiş çocuklara karşı duyulan cinsel isteği ifade eder. Bu istek çocuğa kıyafetlerini çıkarttırıp bundan haz duyma şeklinde fiziksel temas gerektirmeyen şekilde olabileceği gibi taciz ve tecavüze varan şekillerde de kendini göstermektedir. Bu durumda saldırıya uğrayan kişiler çocuklar olduğu için önlemler de üst düzeyde olmalıdır. Zira çocuklar, kandırılması en kolay grubun içerisinde yer almaktadır. Şeker, çikolata veya hayvan sevgisi gibi zaaflarına kapılıp pedofilik vakalara kurban gidebilmektedirler.
Pedofili üzerine yapılan araştırmalar pek çok ilginç gerçeği ortaya koymaktadır. Örneğin, pedofili konusunda sayı çoğunluğu erkeklerde olsa da çocuklara en büyük zararı kadınların verdiği gerçeği, annelik duygusunu yaşamış veya yaşayabilecek olan kişilere olan bakış açımızı sorgulatacak derecededir. Bunun dışında genellikle genç erkeklerin çocuklara karşı bu türden hislere sahip olabileceği düşünülse de araştırma sonuçları 40-70 yaş grubundakilerin çoğunluğu oluşturduğunu gösteriyor. Yine bu gruptaki pek çok kişi ailesine karşı ilgisiz tavırlar sergilemesiyle dikkat çekiyor.
Pedofilinin kaynağı üzerine yapılan çalışmalarda en büyük etkenin kişinin küçüklüğünde yaşamış olduğu ve çoğunlukla tecavüz vakasıyla paralellik gösteren travmatik bir yaşantı olduğu görülüyor. Hatta kişi, bu yaşantının açtığı yaraları kapatmak için bir çocuğu kullanarak üstünlük çabası sağlıyor ve böylelikle kendi yaşantısında güçlü kişi konumuna yükseliyor. Travmanın yanı sıra yine küçüklük yaşantısında ailevi problemlerle karşılaşmış ve bunları aşmakta sıkıntı çekmiş kişilerin de pedofili vakalarına sebep olduğu biliniyor. Ayrıca pedofili, süreklilik gösteren bir durum olduğu için obsesif-kompulsif bir yana sahip rahatsızlık olarak da gösteriliyor.
Pedofili vakasında boy gösteren kişilerin genellikle çocuklara yakın kişiler olması da bir başka ilginç özellik olarak göze çarpıyor. Akraba, komşu veya öğretmen gibi yakın çevreye mensup kişiler olması çocukların karşı karşıya olduğu riski bir kez daha gözler önüne seriyor. Çocuğun bu sayede bildiği kişiye karşı şüphe duymadan yaklaşması ve ölüme varan sonuçlar görülüyor.
Yapılan sosyal araştırmalar ve kişilerin nörolojik incelemeleri sonucunda da düşük sosyo-ekonomik düzey, düşük zeka ve normal insanlardan farklı düzeyde seyreden beyin fonksiyonları bu kişilerde çoğunlukla görülen özellikler olarak saptanmıştır.
İnternetin Pedofili Üzerindeki Etkisi Nedir?
Eskiden sadece yakın çevresinden gelebilecek tehditlere açık olan çocuklar için artık risk faktörleri artmış durumda. İnternetin hayatımıza girişiyle birlikte yakın veya uzak fark etmez her türden insanlar irtibat halinde olmaları mümkün olduğu için çocukların internet konusunda sınırlandırılması ve bu konuda korunmaya daha fazla muhtaç olduklarının unutulmaması gerekir. İnternet üzerinde yalan söyleme oranı da oldukça yüksek olduğundan çocukların bu platform üzerinden kandırılması oldukça kolaydır. Bu noktada ailelere büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Peki Pedofilinin Tedavisi Mümkün Müdür?
Bunca korku ve endişe sonucunda akla gelen ilk soru elbette ki tedavi konusunda ne gibi bir yol izlenebilir sorusu oluyor. Öncelikle kişiler bu durumu kabullenip yardım isteme gibi bir girişimde bulunmadıkları için bu kişilerin toplum içindeki yüzdeliği ve tedavi edilme oranları hakkında somut bilgilere oluşmak zorlaşıyor. Bunun yanı sıra tedavi noktasında da bazı sıkıntılar olduğunu söylemek gerekir. Yapılan tedaviler sonucunda çocuğa karşı duyulan hislerde bir değişiklik olmadığı saptandığı için çalışmalar kişilerin bu eylemleri yapma oranını azaltma üzerine yoğunlaşmıştır.
Bütün bu bilgiler gösteriyor ki aslında oldukça ciddi bir konu ensemizde ve bunu sadece televizyonda bir haber olarak verildiğinde önemsiyoruz. Hepimiz o an anlatılanlar karşısında endişeye kapılıyor ve sevdiklerimiz yanımızda olduğu için mutlu oluyoruz. Peki ya yarın? Olayın etkisi geçtiğinde de çocuklarımızı korumak güdüsünü harekete geçirebilecek miyiz?
Lütfen her şeyden önce bir birey olarak sorumlusu olduğumuz kişilere karşı ne gibi tedbirler aldığımızı ve onları koruma işini ne kadar ciddiye aldığımızı gözden geçirelim.
Unutmayın, duyarlılık bu noktada çok önemli sayın okurlar..
Psiket..

BAĞIMLI ÇOCUKLAR BAĞIMLI YARINLAR


Ailelerin çocuklarına duydukları sevgi kuşkusuz dünyanın en güzel hislerinden biridir. Onu koruyup kollamak, onun için çabalamak bu dünyada kendimize edindiğimiz görevlerin başında gelir. Çünkü çocuklar dünyadaki en büyük hazinelerimizdir.
Çocuklar için verdiğimiz çabaların onların iyi halinin yanında bizlere de birtakım getirileri olur. Mesela “çocukla çocuk olmak” diye bir söz vardır. Bazen yaşımız kaç olursa olsun birden çocukluğumuza döneriz. Amacımız her ne kadar çocuğun dilinden anlamak olsa da bir anda her şeyi unutur, çocuk gibi dertsiz, tasasız biri oluveririz. Bu duygunun bize verdiği hoşnutluktan da kopmak istemeyiz. Bu da bizi çocukla iç içe olmak ve ondan hiç ayrılmak istememeye doğru götürür.
İşte kendimizi bu denli kaptırdığımız ve asıl amacımız çocuktan ziyade kendimize dönüştüğü an bir tehlike oluşmaya başlar. Bizim bu kadar uğraşıp çaba gösterdiğimiz çocukların aynı şekilde en ufak meselede bize ulaşmalarını bekleriz. Hatta çocuğu mümkün olduğunca bizim dışımızdaki herkesten izole etmeye çalışırız.
“Eğer bir şeye ihtiyacın varsa onu sana ben sağlarım. Aynı şekilde sen de ihtiyacım olduğunda hep benim yanımda ol”
Bu düşünce şeklini empoze ederek çocuğu kendimize bağlar, tam tersini de ekleyerek muhteşem döngüyü sağlamış oluruz. Bundan sonra her iki taraftan da beklenen döngünün dışına çıkmamak olur.
Peki böyle bir yaklaşım ne gibi sonuçlar doğurur?
İhtiyaçları karşılama çocukken önemli olduğundan o dönemde bu durum çok göze batmayabilir. Siz onların üstüne düşen aile bireyleri onlar da yaşlarının küçük olması sebebiyle size ihtiyaç duyan çocuklar… Ancak çocuklar büyüyüp yetişkin bir birey haline geldiğinde tehlike çanları çalmaya başlar. Artık toplum içine karışması ve dış dünyanın bir parçası haline gelmesi beklenen kişi bocalamaya başlar. Ne yapması, nasıl davranması gerektiği konusunda bunca zaman kararlarını benimsediği ailesini arar.
Bu bahsettiğim mesele yetişkin bir birey için hayattaki en büyük zorluklardan biridir. Kendi ayakları üzerinde durmasının desteklenmesi gerekirken kısıtlanan kişi, ileride bir aile kurduğunda yaşadıklarını eşine ve ailesine yansıtabilir. O yüzdendir ki bizim basit gördüğümüz bu çocuğu bağımlı kılma meselesi bir insanın hayatına mal olmaya dek gidebilir.
Sevgili okurlar, en değerli hazinelerimize ailesini değil kendisini sevdirin. Ona “kendi” olmayı öğretin. Böylece hayata dair kendi bakış açısını oluştursun. Zaten bu aşamaya gelen biri için aile, hemen unutulabilecek bir müessese değil her an hatırlanabilecek bir oluşum olur.
Çocuklarınıza özgürlüğünü verin.
Psiket..

KİTABA ÇOCUK SEVDİRMEK


Kitapların ne denli önemli bir hazine olduğunu kuşkusuz hepimiz biliyoruz. Okuma oranlarımız düşük olsa da okuma oranını arttırma çabamız oldukça yüksek. Eğitim camiasında bununla ilgili hummalı çalışmalar yürütülüyor. Çocuklar çeşitli etkinlikler aracılığıyla kitaplarla tanıştırılıyor ve kitap sevgisi bu etkinliklerle aşılanmaya çalışılıyor. Hatta firmalar kütüphane konusunda eksiklik yaşayan okullardan gelen çağrılara kulak verip çocukları kitaplarla buluşturuyor.
Okullarda yapılan çalışmalar bir kenara dursun bu işin bir de aile basamağı var. Anne-babalar için okul çağına yaklaşmış çocukların acilen kitaplarla içli dışlı olması gerekiyor ki okul başladığında sorunsuz bir eğitim hayatı geçirsin. Bu durumu bu şekilde ifade etmemin sebebi ailelerin çocuklara kitapları okutmak istemesi değil kitap okutma çabalarındaki yanlışlıklar…
Bir çocuğun okumayı sevmesi ve bunu alışkanlık haline getirmesi için uygulanabilecek pek çok yöntem var. Ancak ben size önce yapılmaması gerekeni söyleyeyim:
Hadi bakalım al şu kitabı oku bak çok seveceksin.” demeyin!
İletişimde yapılan en büyük hatalardan biri, ifade etmeye çalıştığımız konuyu işe yarama oranı en az olmasına rağmen sözel olarak aktarmamızdır. Eğer etkili bir anlatım yöntemi kullanmak istiyorsanız bunu sadece söylemek yerine harekete geçmeli, o işin görsel yönlerini ortaya çıkarmalı ve bu şekilde ilgi çekici hale getirmelisiniz. Neticede kişiye de o konu hakkında bir seçim şansı tanımalısınız. Çocuk sizin gösterdiğiniz kitabı değil de daha çok hoşuna giden diğer kitabı seçme hakkına sahip olmalıdır.
Çocuklar soyut düşünme becerilerini daha geç kazandığından sizin kafasında canlandırmasını istediğiniz düşünceler onlar için boş bir şemadan ibaret olabilir. O yüzden anlatmak istediklerinizi onların seviyesine inerek anlatmanız daha doğru olacaktır. Nitekim onlar sizin gibi düşünen ve davranan bireyler değiller. Kullandığınız kelimeler anlaşılır olmalı hatta anlatım şekliniz durağanlıktan olabildiğince uzak olmalıdır.
Çocukların gözlem gücü oldukça yüksektir. Dolayısıyla etrafında onun için önem arz eden ne kadar insan varsa hepsi çocuk için birer rol modeldir. Kendi kitap okumayan aileler çocuğuna “Haydi bugün 50 sayfa kitap okuyacaksın.” deyince çocuk için bu sadece bir ödev görevi görüyor. Oysa okuyan çocuk değil okuyan ev projesini yürütsek çocuk için kitap okumak, birileri söyleyince yapılacak bir şey değil her zaman ailecek yapılan bir etkinlik olacaktır. Böylece kitap sevgisi en basit yoldan çocuğa aktarılmış olacaktır.
Okuma konusunda çocuğu sıkboğaz etmek, kültürümüzde yer etmiş “Bir şeyi 40 kez söylersen olur.” sözünden ötürü müdür bilinmez sık sık kullanılır. Böylece çocuğun eninde sonunda istenilen işi yapacağı düşünülür. Yalnız kaçırdığımız nokta çocukların inatçı bir yapıya sahip olabileceğidir. Bu durumda muhteşem teori çürür ve amacımız ters tepebilir. O yüzden çocuklara sizin istediğiniz zaman değil onların seçeceği bir zaman diliminde kitap okuma saati ayarlayabilirsiniz.
Son olarak çocukların meraklı oluşuna ve yaşadıklarını anlatmaktan nasıl da keyif aldıklarına değinelim. Okuldan geldiğinde anlatacak bir sürü hikayesi birikmiş çocuğu evde çoğunlukla bütün gün çalışmaktan yorulmuş ve kimseyi dinlemek istemeyen ebeveynler karşılamaktadır. Maalesef bu durumun sonucunda kadrajda ya hevesi kırılmış bir çocuk ya da dinliyormuş gibi yapan anne-babalar yer alır. Benzer bir durum kitap okuduktan sonra da yaşanmaktadır. Çocuk kitaptan edindiği her türlü bilgiyi ailesine anlatmak isteyebilir. Böyle durumlarda aileler biraz dinlendikten sonra çocuklara beş dakikalık bir kitap değerlendirme süresi ayırabilir.
Bütün bu örnek durumların ortak yanı kolay yollardan halledilebilecek meseleleri yanlış uygulamalar ile zorlaştırmamızdır. Hepsi günlük hayatın içinden olan bu durumlar, küçük dokunuşlarla daha mutlu bir aile tablosuna ve kitap sevgisini erken yaşta kazanmış çocuklara dönüşebilir. Öyleyse artık çocuğa kitabı sevdirmeye çalışmaktan vazgeçin, kitaba çocuk sevdirin.
Sevgiyle kalın.
Psiket..

1 Ekim 2018 Pazartesi

ESMER ÇOCUKLAR VE ÜLKEMİZDEKİ IRKÇILIK


Ten rengi konusunda milletçe hatta dünyaca kabul görmüş bir renk varsa o da beyazdır. Sebebi nedir bilinmez; ama koyu tenli insanlara tiksinerek bakmak günümüzde pek normal. Aslında bu durumun temelleri çok eskiden atılmakla birlikte özellikle 19.yy’ da tüm dünyayı saran ve Afrikalı zenciler üzerinden yürütülen çalışmalar ağızları açık bırakmaktadır.
Ülkemizde bu kadar ağır şekli görülmemekle birlikte yine de çocukları sevme şeklimize bakıldığında beyaz-siyah ayrımının bize de sıçradığını söyleyebiliriz. “Kahve içme kararırsın.” sözü bunun en bariz örneklerinden biridir. Aslında burada söylenmek istenen kahvenin içindeki kafein miktarından dolayı küçük çocuklara zarar verme olasılığının bulunmasıdır. Ancak bu öyle bir sözle anlatılmıştır ki durum, kahve içmek insanın tenini karartır; bu da kötü bir şeydir anlamına gelmiştir. Oysaki tenin renginin koyulaşması veya doğuştan esmer tenli olmak kötü bir şey değildir.
Beyaz, doğada renk olarak diğer pek çok renge uyum sağladığı için günlük hayatta da en çok tercih edilen renklerden biridir. Renkleri kategorilere ayırdığımızda beyaz içimizi açan, ferahlatan bir renk siyah ise iç karartıcı ve insanı olumsuz algıya iten bir renk olarak kabul edilir. Günlük hayatımızda da insan vücuduna verdiğimiz fazlaca önem bizi renkler konusunda ayırt edici olmaya itiyor olsa gerek. Giydiğimiz kıyafetlerin bize yakışması, yaptığımız makyajın ten rengimize uyması gibi faktörler özellikle kadınlar arasında oldukça önemli meselelerden biridir. O yüzden mankenler bile genellikle beyaz tenliler arasından seçilir.
Beyaz ve siyah algısı yetişkinler arasında kendine bir şekilde yer etmiştir etmesine ancak çocuklar için bu durum doğuştan nötrdür. Ancak biz onu alır bir güzel işleriz çocuğa. Mesela esmer kız çocuklarına “kara kız” diye hitap ederken beyazları “pamuk kızım” diye severiz. Söyleyiş tarzında bile yapılan bu ayrım dikkat çeker. Esmer tenli veya teni koyulaşmaya müsait çocuklar yaz aylarında daha koyu bir tene sahip olur. Tabi bu durum hemen dikkatleri çeker ve çocuğa olumsuz tabirlerle yansımaya başlar. Bunun sonucunda fotoğraf çekilmek istemeyen ve toplum içinde karardığı için kötülenen ellerini saklayan çocuklar ortaya çıkar. Esmer olduğu için hep ikinci planda kaldığını dahi düşünmeye başlarlar. Çünkü maalesef bunu onlara toplum olarak biz hissettiriyoruz.
Sevgili yetişkinler, lütfen çocuklara henüz ne olduğunu anlamaya çalıştıkları dünyaya uyum sağlamaya çalışırken ten, göz, saç rengi gibi doğuştan gelen ve hiçbir kötülük taşımayan özelliklerden ötürü ayrımcılık yapmayınız. Çocuklar sizin “kara kızı” nız veya “arap oğlan” ınız değildir.
 Çocuklar sadece çocuktur. Onları koşulsuz sevin.                              
Psiket..

PANİK ATAKLAŞTIRAMADIKLARIMIZDAN MISINIZ?


Halk arasında terimsel anlamıyla uyuşmayan hatta basit denklemlerle bağdaştırarak ağza sakız edilmiş pek çok olgu var. Bunlardan biri de panik atak. Her sıkıntı anında “Eyvah ben panik atak oldum!” diyerek ortalığı velveleye veren teyzeler ve “Panik atağım tuttu, ilacımı getirin.” diyen amcalar sağolsun zamanla bu rahatsızlığı baş ağrısı gibi herhangi bir anda ortaya çıkabilecek ve çözümü kulaktan dolma bilgiler veya elden ele dolaştırılan ilaçlar ile sağlanabilecek bir rahatsızlık haline getirdiler. Oysaki panik atak ciddiye alınması gereken bir psikolojik rahatsızlıktır.
Panik Atak Nedir?
Aniden başlayan bir nöbet şeklinde ortaya çıkan ve bulantı, terleme, titreme, çarpıntı, nefes alamama ve boğulma hissi, baş dönmesi ve beraberinde yükselen kaygı ile birlikte yoğun ölüm korkusunun eşlik ettiği psikolojik bir rahatsızlıktır. Yaklaşık 10 dakika içerisinde zirveye ulaşan kriz anı genellikle bu andan sonra yavaş yavaş azalarak kaybolur. Ancak uzun süre devam ettiği de görülmüştür.
Kriz anında kişi yaşadığı hislerin hiç geçmeyeceğini düşünür ve kendisini kötü hissettiren bu hislere fazlaca odaklanır. Dolayısıyla tedirginlik ve karamsarlık duyguları da bütün bu olumsuzluklara eşlik eder.
Genellikle stresli anlarda ortaya çıktığından nöbet geçse bile tekrar yaşanacağı düşüncesi kişiyi fazlaca meşgul eder. Bunun dışında fobik durumlarda da panik atak gözlenebilir. Örneğin; agorafobisi olan kişilerde bu durum nüksettiği anda panik atak da tetiklenebilir. Ayrıca yoğun depresyon duyguları ile de paralellik gösteren panik atak durumları söz konusu olabilmektedir.
Panik atak, tedavisi mümkün olan bir rahatsızlıktır. İlaç tedavisi ile birlikte sağlanan psikolojik destek ile panik atağı yenmek ve daha sağlıklı bir yaşama merhaba demek için öncelikle bir uzmandan yardım almanız gerekmektedir.
Dikkat edeceğiniz üzere burada en önemli nokta, yaşadığınız olayın panik atak mı yoksa başka bir şey mi olduğunu anlamak olacaktır. Stres anında geçirdiğiniz her kriz durumu panik atak değildir. Panik atağın gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde şüpheleriniz varsa bunu bakkal Salih amcaya değil uzmana danışmanız daha doğru olacaktır.
Panik atak nezdinde anlattığım durumun benzerleri de maalesef hala toplumumuzda yer almakta. Terimsel doğruluk payı bir yana yanlış algıladığımız sorunlar bizlere yanlış çözümler olarak geri dönüyor. Eğer bilinçli olmak ve daha yaşanılabilir bir hayata sahip olmak istiyorsanız lütfen etkisi altında olduğunuz durumu iyice araştırmadan herhangi bir adım atmayın.
Esenle kalın..
Psiket..

HAYATI KARIŞIK KAL


Hayatta çoğu zaman bir düzen oluşturmaya çalışırız. Sabah aynı saatte kalkmak, gece aynı saatte uyumak, gün içinde hep aynı saatte kahve içmek gibi. Bütün bu standartlar daha yaşanılabilir bir hayat için der, inandırırız kendimizi. Bazılarımız neredeyse ömür boyu sürdürür bu düzeni. Hatta şimdilerde izlemek için zamanımızın çoğunu harcadığımız dizilerde “çalışan kişiler” dakik, düzenine aşırı önem veren ve alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçmeyen tiplemeler olarak bizlere sunuluyor. Bütün bunların neticesinde bizler de gireceğimiz bir sınav veya gerçekleştireceğimiz bir proje varsa kendimize “her gün şu kadar işi yapmalıyım” gibi kurallar koyuyoruz.
Kurallarla yaşamak yanlış bir durum değil elbet. Bir işi başarmak için azim ve kararlılığın yanında düzen de gerekir. Ancak bunu böylesine sürekli hale getirmek beyni tembelleştirdiği gibi vücudun da buna alışmasına sebep olur.
Şöyle ki her gün aynı bardaktan kahve içmeye başladığınızda kendinizi buna alıştırmış oluyorsunuz. Bir süre sonra bu durum kahve ihtiyacı hissettiğinizde hiç düşünmeden aynı bardağa yönelmenize sebep oluyor. Böylece ayrıntılardan da uzaklaşmış oluyorsunuz. Bardağın rengi veya üzerindeki şeklin ne olduğu önemsizleşiyor. Sadece beyne kopyalanan görüntü ile eşleşme sağlanmaya çalışılıyor.
Araştırmalara göre bu tür monotonlaşmalar Alzheimer yani halk arasında bilinen adıyla unutkanlık hastalığına olumsuz bir etki bırakıyor. Yorulan beyin hücreleri çalışmadıkça hastalığa davetiye çıkıyor. Bu sebepledir ki altı çizilen konu “bulmaca çözmek” değil “farklı türde bulmacalar” çözme oluyor.
Eğer hayatınız boyunca biriktirdiğiniz o güzel anıları kaybetmek istemiyorsanız ve kendinizi her daim dinç ve sağlıklı hissetmek istiyorsanız hayatı karışık çalın! Bugün okula farklı bir yoldan gidin veya işe giderken kullandığınız çantayı değiştirin. Böylece beyninize üzerinde düşünülecek yepyeni bilgiler sunmuş olacaksınız.
Esenle kalın..
Psiket..

ŞİDDET NEDİR?


Toplumumuzun ve tüm dünyanın kanayan yaralarından biri olan şiddet unsuru her geçen gün artan vaka sayılarıyla birlikte gündemin ön sıralarında yer edinmiştir. Bu durumun sebebi ve olası çözüm yolları üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmakta ve kamuoyunu aydınlatıcı çalışmalara ağırlık verilmektedir. Zira şiddet konusunda en büyük sıkıntılardan biri de şiddete maruz kalan kişilerin neler yapabileceğini bilmemesi ve sonucunda şiddete göz yummasıdır. Oysaki şiddet uygulayan/maruz kalan bireyler bilinçlendikçe olumlu sonuç elde etmek mümkündür.
Peki Şiddet Nedir?
“Bir bireyin başkasına veya başkalarına karşı çeşitli şekillerde yaptığı ve zararla sonuçlanan her türlü davranış” şeklinde tanımlanabilecek olan şiddet kaynaklarda dört temel ayrımda kendini göstermektedir. Bunlar;
·         Tokat, yumruk, tekme, silahla zarar verme vb. davranışlarla kendini gösteren fiziksel,
·         Gelirine el koyma, para vermeme, çalışmaya zorlama vb. özelliklere sahip ekonomik,
·         Cinsel ilişkiye zorlama, cinsel içerikli sözler söyleme vb. şekilde olabilen cinsel,
·         Suçlu hissettirme, alay, eleştiri, küsme vb. unsurları barındıran psikolojik,
şeklinde örneklendirilebilir.
Sosyal medyanın hayatımızda hızlıca yer edinmesinin ardından ortaya çıkan ve günümüzde medyanın ünlü sanatçılarla ilgili aktarımları sayesinde pek çoğumuzun aşina olduğu yeni bir şiddet türü ortaya çıkmıştır;
Teknoloji şiddeti, genel olarak mahremiyeti yaymakla tehdit etmeyi içerir. Dedikodu ve ithamlarla kişilerin özel bilgilerini internet ve sosyal paylaşım sitelerinde paylaşmayı içeren bu şiddet türüne dijital şiddet de denir.
Türkiye’de her üç kadından birinin şiddet gördüğü bilinmekle birlikte en fazla karşılaşılan şiddet türünün fiziksel şiddet olduğu saptanmıştır. Özellikle ailevi faktörlerin etkili olduğu bu durum, ebeveynlerinden şiddet gören veya ailesinde şiddetin varlığına şahit olan çocuklar için risk faktörü oluşturur. Küçük yaşta bu tür olaylara maruz kalma, ileride gücünü yetirebildiği her varlığa şiddet uygulama ile paralellik gösterir. Buna en çarpıcı örnek ise okullarda sırayı kazıma davranışının sıkça gösterilmesidir. Bir süre sonra öğrenciler arasında cazip bir davranış haline gelmesi de şiddet eğiliminin yayılma hızı hakkında bizlere fikir vermektedir.
Medyada çıkan haberlere bakıldığında şiddet olaylarının ergenlik döneminde artış gösterdiği söylenebilir. Yine Türkiye’de yapılan bir araştırma, fiziksel şiddetin yoğunluğuna paralel olarak lise öğrencileri arasında bedensel zorbalığın yaygın olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Şiddetin türleri içerisinde en bilineni fiziksel şiddet olsa da diğer şiddet türlerinin de yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak diğer türler somut veri toplama açısından daha büyük sıkıntılar taşıdığından fark edilmesi ve müdahale hizmetleri verilmesi konusunda sorun yaşanmaktadır. Özellikle psikolojik şiddet, saklanma oranı yüksek olduğundan en tehlikeli şiddet türlerinden biri olarak lanse edilmektedir.
Şiddete Maruz Kalındığında Neler Yapılabilir?
·         Can güvenliğinizi tehdit eden bir durum söz konusu ise en yakın polis karakoluna bildirin.
·         Yaşadığınız durumu bir arkadaşınız veya bir yakınınızla paylaşın.
·         Acil durumlarda yanınızda bulunması fayda sağlayacak bilgi ve belgeleri hazır bulundurun. (kimlik, yakınlarınıza ait telefon numarası vb.)
·         Eğer herhangi bir kolluk kuvvetinden yardım isteme şansınız yoksa sizin yerinize ihbarda bulunabilecek birine durumu bildirmeye çalışın (Mağdur olduğunuzu anlatacak şifreli bir haberleşme şeklinde olabilir. Örneğin, bu akşam hangi diziyi izleyeceksin?)
Devlet kurumları ve çeşitli kuruluşlar gerek bilgilendirme gerekse yardım hizmetleri konusunda geçmişten günümüze büyük bir ilerleme kaydetmiş ve mağdur bireylere yönelik çalışmalarına hız kesmeden devam etmişlerdir.
Şiddet Gördüğünüzde Başvurabileceğiniz Kurumlar Hangileridir?
·         Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı
·         Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (Şönim)
·         Kolluk Birimleri (Polis/Jandarma)
·         Valilik/Kaymakamlıklar
·         Kadın Dayanışma Merkezleri
·         Sivil Toplum Kuruluşları
·         Sağlık Kuruluşları
·         Adli Kurumlar
·         Barolar
·         Belediyeler
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, temeline kadın, çocuk, yaşlı ve engelli gibi toplum içerisinde dezavantajlı duruma düşebilecek bireyleri alır ve bu gruba yönelik faaliyetler düzenler. Dolayısıyla kadına şiddet konusunda hassas bir anlayışa sahip temel kurumları bünyesinde barındırmaktadır.
Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı kuruluşlardır. Bu kuruluşlar durumunuzun tespiti, değerlendirilmesi ve ihtiyaçlarınızın karşılanması aşamalarında sizlere destek ve yardım hizmetlerini yürütür. Ekonomik, psikolojik, sosyal ve hukuki konularda destek sağlanır. Bunun yanında temel ihtiyacınız olan sağlık desteği de yine bu merkezler aracılığıyla sağlanır. Haftanın 7 günü 24 saat hizmet veren bu kuruluşlarda tercihen kadın çalışanlar bulunur. 2016 temmuz itibariyle 47 ilde bulunan Şönim’lerin 81 ilde yaygınlaştırılması için çalışmalar devam etmektedir.
Bunların dışında adli kurumlar ve barolar hukuki destek, sağlık kuruluşları ise teşhis ve tedavi hizmetleri vermektedir. Diğer kuruluşlar da güvenlik ve acil ihtiyaçlar konusunda yardım ve yönlendirme yapmaktadır.
Şiddet konusunda bahsedilmesi gereken bir başka konu da “Alo 183” hattıdır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 7 gün 24 saat açık bir başka hizmeti olan bu hat, aile, çocuk, kadın, engelli, yaşlı, şehit yakınları ile gaziler ve gazi yakınlarına yönelik çağrıları değerlendirmektedir. Bu hattın ele aldığı en önemli sorunlardan biri de şiddettir. Durumun aciliyeti de göz önünde bulundurularak gelen ihbarlara ivedilikle cevap verilmektedir.
Şiddete Maruz Kaldığınızda Yararlanabileceğiniz Haklar Nelerdir?
·         Barınma (size ve çocuklarınıza)
·         Geçici maddi yardım
·         Psikolojik destek
·         Kreş ücreti sağlama
·         Geçici koruma altına alma
·         Hayati tehlike durumunda kimlik bilgilerinin gizlenmesi ve değiştirilmesi
Görüldüğü üzere şiddete maruz kalındığında başvurulabilecek kurumlar ve alınabilecek pek çok yardım mevcut. Sosyal devlet anlayışı neticesinde geliştirilen politikalar ile mağduriyetler giderilmekte ve şiddetin azaltılması konusunda çalışmalar yapılmaktadır.
        Sizler de eğer şiddet mağduru iseniz veya şiddete maruz kalan birinden haberdar olduysanız ilgili kurumlarla iletişime geçebilir ve mağduriyetin giderilmesi yönünde gerekli adımları atabilirsiniz.
        Esen kalın.
        Psiket..

TELEFONU ELİMDEN BIRAKAMIYORUM


Son zamanlarda öğrencilerin sınav dönemiyle ilgili en çok merak ettiği konuların başında teknolojinin sınırlandırılması yer alıyor. Teknolojik aletler içerisinde en sık kullanılan ve ulaşımı daha kolay olan da genellikle akıllı telefonlar oluyor. Hayatımıza girdiğinden beri çok büyük faydalar sağlamasıyla birlikte aşırı kullanımı nedeniyle büyük sıkıntılara da sebep olan akıllı telefon kullanımı ile ilgili konuyu masaya yatıralım.
Akıllı telefonlar artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmuş durumda. Öyle ki eskiden sadece bir iletişim aracı olarak kullanılırken günümüzde iletişimin yanında sosyal aktiviteler gerçekleştirme, boş zamanı değerlendirme adına pek çok uygulama ve hatta iş yaşamı ile ilgili birçok işlemi hızlıca yapabilme imkanı da sunulmaya başlandı. Her geçen gün yepyeni bir özellik sunarak takipçilerini meraklandıran akıllı telefon şirketleri ise satış oranlarını arttırmak için birbirleriyle kıyasıya bir yarış halindeler.
Hal böyle olunca akıllı telefonun yaşamımıza hızlıca giriş yapması ve zamanımızın çoğunu alması da uzun sürmedi. Başlarda belli bir yaş grubu kullanırken zamanla erken yaşta cep telefonu sahibi olmak kaçınılmaz oldu. Günümüzde pek çok öğrenci akıllı telefon sahibi ve bu durum özellikle ders çalışırken karşılaşılan en büyük zorlukların başında yer almaya başladı.
Sınava hazırlanan öğrenciler bu dönemde beslenme, uyku düzeni, ders çalışma planı gibi sorunlarla boğuşurken bir de elinden bırakamadığı ancak başında saatler geçirdikten sonra vicdan azabı çektiği akıllı telefonlar için çözüm yolları arıyorlar.
Peki telefon kullanımını sınırlama konusunda neler yapılabilir?
Eğer öğrencilerin kullandıkları bir ders çalışma programı varsa içeriğinde yer alan dinlenme saatlerine dikkat edilmelidir. Bu saatler dışında telefon kullanımı sıfıra indirilirse sorun kalmayacaktır. Ancak bağlı olunan bir program yoksa yani daha çok düzensiz bir çalışma planı yürütülüyorsa o zaman daha dikkatli olunmalıdır. Zira telefonla geçirilen vaktin çok çabuk ilerlediği ve bu durumun olumsuz pek çok sonuca götürdüğü bilinmektedir.
Bunları biliyoruz zaten ama yine de elimizden bir türlü bırakamıyoruz derseniz bu durumda bahsedilmesi gereken en önemli konu “sorumluluk”  olacaktır. Maalesef şunu yaparsanız kesinlikle akıllı telefonu elinizden bırakırsınız diyebileceğimiz bir formül yok. Ancak sorumluluklarınızı sürekli hatırlar ve ona yönelik davranırsanız sınav dönemi sizin için daha bilinçli bir dönem olarak geçecektir. Sorumlulukları hatırlama noktasında da benim öğrencilere önerdiğim ve faydalı olduğunu düşündüğüm bir yöntem var. Oldukça basit ve etkili olduğunu düşündüğüm bu yöntemde öncelikle sınav dönemi sonunda ulaşmak istediğiniz hedefi düşlemeniz gerekiyor. Hemen hemen herkesin aklında bir ya da birkaç meslek hayali vardır diye düşünüyorum. Bu konuyu etraflıca düşündükten sonra örneğin hukuk fakültesini istiyorsanız büyük beyaz bir kağıda,
Avukat olmak için ………….. yapmalıyım  yazarak boşluklara yapmanız gerekenleri yazabilirsiniz. buraya yazacağınız cümle size sorumluluklarınızı hatırlatacaktır. Telefon kullanımı için de kendi belirlediğiniz ve derslerinizi çok aksatmayacağınız bir saati kağıda yazabilirsiniz. Bu durumda şöyle bir cümle uygun olabilir.
Avukat olmak için günde en fazla 1 saat telefon kullanmalıyım.
Bu örnek bir saat olmakla birlikte kaç saat geçirmeniz gerektiği konusunu okul psikolojik danışmanınızdan yardım alarak da belirleyebilirsiniz. Ardından bu kağıdı odanızda görünür bir yere asabilirsiniz. Böylece her gün sorumluluklarınızı hatırlar aynı zamanda da hayalinizdeki meslek için çabaladığınızı görme fırsatı elde etmiş olursunuz.
Hepinize iyi çalışmalar dilerim..
Psiket..

NORMALLEŞME PSİKOLOJİSİ

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de görülmeye başlanan Covid-19 nam-ı diğer Koronavirüs artık adının anıldığı yerde hüznü çağrıştırmakta...